Hikaye/Masal

Deneme

Vaktiyle bir Kral maiyetini önemli bir görev için denemek ister. Birçok güçlü ve akıllı adam etrafına toplanırlar. Kral onları bugüne kadar görüp görecekleri en büyük kapının önüne getirerek şöyle der:  “Siz ey akıllı insanlar, benim bir derdim var ve hanginizin bunu çözebileceğini görmek istiyorum. Burada krallığımdaki en büyük ve en ağır kapıyı görüyorsunuz. Hanginiz bunu açabilirsiniz?”

Saray mensupları, uzun uzun bakarlar dev kapıya. Sonra da bazıları “açamayız” der gibi başlarını sallarlar. Diğerleri, çevresindekilere göre daha akıllı sayılanlar, kapıyı daha yakından inceler, fakat onlar da açamayacaklarını kabul ederler. Bu akıllı insanlar böyle söyleyince saraylılar sorunun çözülemeyecek kadar zor olduğunda fikir birliğine varırlar.

Sadece bir vezir kapının yanına giderek onu şöyle bir gözden geçirir ve elleriyle yoklar. İşin sonunda rezil olmak, mahcup olmak var belki, ama bunu düşünmez. Açmak için çeşitli yolları dener, en sonunda kuvvetle yüklendiğinde ağır kapı açılır… Meğer kapı zaten tam kapalı değildir ve açmak için deneme isteği ve yüreklilikle davranma cesaretinden başka bir şeye ihtiyaç yoktur.

Kral gülümser ve vezire şöyle der: “Sadece gördüğün ve işittiğine bağlı kalmadan, kendi gücünü devreye soktuğun ve denemeyi göze aldığın için saraydaki görevi sen alacaksın.”

#Kral, #Deneme, #Görev, #Hikaye, #Güç

Keloğlan Dört Haramiler

Bir varmış bir yokmuş. Sevimli bir Keloğlan varmış. Anasıyla birlikte karınca kararınca geçinip giderlermiş. Bir yıl hiç yağmur yağmamış, kıtlık olmuş. Ekinler tarlada, meyveler dalda, üzümler bağda susuzluktan kavrulmuş. Dereler, ırmaklar kurumuş. Bunun üzerine anası Keloğlan’ı iş bulup çalışarak para kazanması ve kışlık yiyecek alması için kasabaya gitmeye ikna etmiş.

Anasının hazırladığı yiyecekleri torbasına koyan Keloğlan kasabaya gitmek üzere yola çıkmış. Hava sıcak, kasaba uzak, Keloğlan ormanda dinlenmek için, çimenlere uzanmış ama oracıkta uyuyakalmış. Neden sonra uyanmış, bakmış yiyecek torbası yok. Üzülmüş, dövünmüş, söylenmiş, etrafı aramış, torbayı bulamamış. Çaresiz durumu kabullenip kasabaya doğru yürüyüşüne devam etmiş. Sonunda ormandan çıkıp kasaba yoluna girmiş.
Keloğlan giderken yol kenarında oturmuş yemek yiyen dört adama rastlamış. Bu adamlar, o bölgede hüküm süren, soygunlar yapan dört haramiymiş. Keloğlan adamlara selam verip yanlarına sokulmuş ki, bir de ne görsün! Torba kendi torbası, yedikleri yiyecekler de anasının hazırladığı yiyeceklermiş. Keloğlan torbasını bu adamların çaldığını anlamış ama bir şey yapamamış. Yanında çakı bile yokken, adamların bellerine astıkları kılıçlara bakakalmış. Konuşmalarından onların harami olduklarını anlamış ama açlık korkuyu yenmiş:
” Ağalar, karnım çok açtır. Sabahtan beri bir şey yemedim. Yanınıza sokulsam ve iki lokma da ben yesem, he olur mu, ne dersiniz? ”
Haramiler, Keloğlan’a ters ters bakmışlar.

Haramilerden biri sormuş:
” Adın ne senin? ”
” Adım İbrahim ama herkes bana Keloğlan der. ”
” Keloğlan mı? Kel kafandan belli zaten. Biz insanların cebinden parasını, ağzından lokmasını alan haramileriz. Yiyecek torbanı aldık, canını almayalım. Var git uzaklaş, gözüm görmesin seni. ”
Bunun üzerine Keloğlan oradan bir uzaklaşmış ki sormayın.
Aradan bir ay geçmiş. Keloğlan kasabada odun kırmış, yük taşımış, getir-götür işlerinde çalışmış ve biraz para biriktirmiş. Bu arada haramilerin kasabalılara eziyet yaptığına şahit olmuş. Karşı çıkan olmayınca kasaba meydanında haraç vermedi diye adam dövdüklerini görmüş.
Keloğlan ayrılmadan önce kasabalıları haramilerden kurtarmaya karar vermiş. Padişaha posta güverciniyle haber uçurmuş. Padişah haramilerin üstüne asker göndermiş. Askerler, haramileri yakalamış ve zindana atmışlar. Böylelikle Keloğlan biriktirdiği paralarla bir eşek satın almış ve kışlık yiyecekleri bu eşeğe yükleyip, harami korkusu olmadan köyünün yolunu tutmuş.

#Haramiler, #Keloğlan, #DörtHarami, #Masal

Keçiyle Eşek

Bir adamın bir keçisiyle bir de eşeği varmış.

Keçi: “Ona benden daha iyi bakıyorlar! Onu benden daha iyi yediriyorlar!” diye eşeği kıskanmış.

Bir kurnazlık düşünmüş, eşeğe demiş ki: “Ne olacak bu senin durumun? Bir değirmen taşına koşarlar, onu çevirirsin, bir arkana yük vururlar, onu taşırsın! Bir gün rahat ettiğin yok… Ben senin yerinde olsam ne yaparım, bilir misin? Bir hendeğin yanından geçerken saralıymışım da saram tutmuş gibi yuvarlanıveririm, belki birkaç gün dinlenirim!”

Keçi işte böyle demiş, eşek de inanmış onun sözüne, hendeğin yanından geçerken kendini atıvermiş. Bütün vücudu yara bere içinde kalmış.

Efendisi hemen bir baytar getirmiş, ondan ilaç sormuş. Baytar, eşeğin ötesine berisine bakmış, en sonunda: “Bir keçi ciğeri bulup kaynatacaksın, suyunu bu hayvana içireceksin; iyileştirmenin başka yolu yok” demiş.

Adamcağız da tek eşeği iyileşsin diye keçiyi gözden çıkarmış, kesivermiş.

HİSSE:  ”Başkasına kötülük için düzen kuran, kendi kuyusunu kazmış olur”

#KıssadanHisse, #Keçi, #Eşek, #KeçiyleEşek, #Hisse, #Hikaye

23 Nisan – Şiir

Egemenlik bizimdir,
Düğün şenlik bizimdir,
Bu esenlik bizimdir,
Geldi 23 Nisan

Coşalım, sevinelim,
Süslenip giyinelim,
Coşkuyla övünelim,
Geldi 23 Nisan

Bayrakları alalım,
Alanlara dalalım,
Hepimiz bir olalım,
Geldi 23 Nisan.

Hadi BESLEYİCİ

 

#23Nisan #Şiir #HadiBesleyici #Çocuk

Al Bayrağın Duası

Al bayrağın alında,

Şehitlerin kanı var.
Kumaşında gül soylu
Yiğitlerin canı var.

Al bayrağın hilali,
Gökyüzünün süsüdür.
Yel estikçe duyulan
Allah Allah sesidir.

Al bayrağın yıldızı,
Parlıyor sonsuza dek.
Alnımızda yazıyor:
Bayrak, istiklâl demek.

Al bayrağın duası,
Milletiyle bir olmak.
Bu aziz topraklarda,
Kuşlar gibi hür olmak.

Al bayrağın ateşi,
İçimizde sönmesin,
Dünya durdukça bayrak,
Gönderinden inmesin.

Yusuf DURSUN

#AlBayrağınDuası #şiir #hikayemasal #türkiyeçocuk

Meraklı Padişah

Çok eskiden astronomiye meraklı bir padişah yaşarmış. Vaktinin çoğunu sarayın yanına inşa ettirdiği gözlemevinde geçirirmiş. O zamana kadar gökyüzü, yıldızlar, uzay, astronomi hakkında yazılmış ne kadar kitap, çizilmiş ne kadar harita varsa bunları mutlaka kitaplığında bulundururmuş.. Başka ülkelerin müneccimlerini, astronomlarını sarayında toplar, aralarında yaptıkları tartışmalara kendisi de katılırmış. Dünyanın varoluşundan yaşadıkları zamana kadar geçirdiği evreler, insanın dünyadaki macerası, gezegenlerde hayat olup olmadığı gibi pek çok soruya cevap ararlarmış. Günlerden bir gün Acemistan sarayındaki Ebu Salip Efendi’nin bir çeşit teleskop yaptığı ve bununla birçok yeni yıldız keşfettiği haberi duyulur. Padişah vezirini huzura çağırır: “Bu yeni keşfedilen yıldızların
biçimleri, durumları neymiş bilmek isteriz. Tez Acem sarayına elçi gitsin. Ebu Salip Efendi buyursun gelsin, misafirimiz olsun” diye emretmiş. Aradan günler, haftalar geçmiş. Ebu Salip Efendi, gelmiş. Sarayda Ebu Salip Efendi’nin keşfettiği yıldızlar hakkında anlattıkları padişahı meraklandırmış. Yıldızların en büyüğüne kendi adının verildiğini duyan padişah heyecandan yerinde duramaz olmuş. Bir an önce teleskopun bir eşini de burada yapmasını istemiş. Ertesi gün, sarayın yanındaki gözlemevine gitmişler. Padişahtan gerekli izni alan Ebu Salip Efendi, saraydan oldukça uzakta bulunan bir dağın yamacında yeni gözlemevinin inşaatını başlatmış. Gözlemevinin yapımı aylarca sürmüş. Harcanan para tahminlerin üstüne çıkmış. Devlet hazinesinde para kalmamış. Padişah halkından dört beş sene sonrasının vergilerini istemeye başlamış. Halk büyük sıkıntılar içinde kalmış. Ellerindeki avuçlarındaki son kuruşlarını gözlemevinin yapımı için veren halk çaresizlik içine düşmüş. Vergi tahsildarları ile aralarında çatışmalar çıkmış. Padişah gaflet uykusundan uyanamamış. Yapılan uyarıları umursamaz görünmüş. Yeni keşfedilen yıldızların ve adının verildiği büyük yıldızın saçmakta olduğu ışık gözlerini kamaştırmış. Yaz günlerinden birinde, padişah iki adamı ile birlikte kıyafet değiştirerek bir köye gitmiş. Köyün sahibi; otuz yaşlarında, dürüst, iyi kalpli, mert bir adammış. Padişah ile iki adamını evine davet etmiş. Yemekler yenmiş, ayranlar içilmiş koyu sohbet başlamış. Söz, sağdan soldan derken, dönmüş dolaşmış yıldızlara, uzaya gelmiş dayanmış. Tüccar kılığındaki padişah, ilk insanın yeryüzünde görünmesinden tutmuş, dünyanın gizli kalmış bütün sırlarını birer birer anlatmış. Uzayın sonsuz bir boşluk olduğunu, bu sonsuz boşlukta sayılamayacak kadar gezegen ve yıldızın bulunduğunu söylemiş. Padişahın yaptırmakta olduğu gözlemevi ve son derece geliştirilmiş teleskop sayesinde adı sanı bilinmeyen pek çok gezegen ve yıldızın keşfedileceğinden bahsetmiş. Padişahlarına insanlığın şükran borçlu olduğunu belirtmiş.

#MeraklıPadişah #padişah #hikaye #masal #türkiyeçocuk

Devamı derginiz Türkiye Çocuk’ta, abone olmak için tıklayın.

Bir testiye bir adam

Erzurum’un büyük velîsi İbrahim Hakkı (k.s.) hazretlerini çocukken İsmâil Fakîrullah (k.s.) hazretlerine teslim ederler. İyi bir terbiye alması için çocukluğunun mühim bir devresini Fakîrullah hazretlerinin yanında geçiren İbrahim Hakkı hazretleri, bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider, doldururken oraya gelen bir atlı:
– Çekil bakayım önümden be çocuk! diye İbrahim Hakkı hazretlerini azarlayarak atını çeşmeye sürer. O da testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. Testisini bırakıp kendisini kurtarmak zorunda kalır İbrahim Hakkı hazretleri… Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar. Ağlayarak hocasının huzuruna gelir ve:
– Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip kırdı! der. Hocası sorar:
– Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?
– Hayır, der, hiçbir şey söylemedim.
– Çabuk git ve o adama bir- iki laf söyle, der.

Devamı derginiz Türkiye Çocuk’ta, abone olmak için tıklayın.

Kırık Testi ve Gözyaşı

On sekizinci asrın başlarında İstanbul’dayız. Avcı Mehmet diye bilinen Sultan Mehmed’in annesi Turhan Sultan, İstanbul’da bir gezintiye çıkar. Bir ara bugünkü Unkapanı Köprüsü’nün Galata’ya varan ucundaki Azapkapı’ya da uğrar. Oradan Galata tarafına geçmek isterken Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin bulunduğu yerde bir kızcağızın
oturmuş, gözyaşı döktüğünü görür. Yaklaşır, bakar ki, çocuğun önünde kırılmış bir testi var. Şefkatle seslenir:
– Yavrucuğum niçin ağlıyorsun, boşuna gözyaşı dökme. Kırılan testi olsun. Sil gözünün yaşını. İşte sana testinin parası. Hemen yenisini al. Kızcağız yaşlı gözlerini silerek baktığı Turhan Sultan’a titrek sesle cevap vermeye çalışır:
– Ben der, testi kırıldığı için ağlamıyorum. Sabahtan beri iplik gibi akan su başında bekleyip de doldurduğum testinin suyunu hizmetçilik ettiğim eve götüremeyecek kadar beceriksizlik gösterdiğim için ağlıyorum. Turhan Sultan bu cevaptan çok memnun olur. Orada kızcağızın kim olduğunu soruşturur. Ana-babadan yetim bir öksüz olduğunu,
hayırsever bir ailenin yanında karın tokluğuna hizmetçilik ettiğini öğrenir. Hemen gidip kızcağızı aileden ister, saray terbiyesine alır. Fevkalade bir öğrenim kabiliyetine sahip olan öksüz kızcağız, kısa zamanda inkişaf eder, her konuda sarayda örnek bir hanım haline gelir. Öylesine itibar kazanır ki, onu hayırseverin evinden alıp saraya getiren Turhan Sultan, padişah hanımı olmaya bile layık görür ve nitekim Sultan Mustafa (II) ile evlendirir. Böylece Saliha Hanım, Saliha Sultan unvanını alır, Hanım Sultan olur. Aradan geçen zaman içinde dünyaya getirdiği oğlu Mehmet (I)’in de padişah olması sebebiyle bu defa da Saliha Sultanlıktan yükselir Valide Sultan olur.

Devamı derginiz Türkiye Çocuk’ta, abone olmak için tıklayın.

Papağan ile Zürafa

papagan-zurafa

Afrika’nın uçsuz bucaksız savanlarında yaşayan bir papağan vardı. Bu papağanın adı Sarp’tı. Sarp hangi ağacın altındaki gölgelikte serinleyen hayvan grubu varsa oraya gider, konuşmaları dinlerdi. Kim ne demiş, kim ne söylemiş, kimin ne derdi varmış, hepsini bilirdi. Sarp öğrendiklerini sağda solda anlatmaz, olayların hesaplaşmasını kendi iç dünyasında yapardı. Duydukları çok önemliyse, bunları arkadaşı zürafa Bili ile paylaşırdı. Zürafa Bili, Sarp’ın anlattıklarını önemsemez, güler geçerdi. Günlerden bir gün, Sarp bir ağacın dalları arasında uyukluyordu. Öğleye doğru bir aslan grubu Sarp’ın durduğu ağacın altında dinlenmeye çekildi. Aslanların konuşmalarını duyan Sarp gözlerini açtı. Bu aslan milleti oldum olası iki konu hakkında konuşurdu. Birincisi, en büyük düşmanları sırtlanlar ve ikincisi, bu gece ne avlasak? Civardaki sırtlanlar, geceli, gündüzlü avlanarak aslanların tekerine çomak sokmuştu. Yalnız gezen sırtlanı yakalayıp öldürmeli ve sayılarını kontrol altında tutmalıydı. Sırtlanları tümden yok edebilseler buralar geyik, zebra ve antilop dolardı. Dün gece av peşinde koşmuşlar, iki zebra ve bir antilobu ellerinden kaçırmışlardı. Belli ki, zebralar, antiloplar hızlarını arttırmışlardı. Belki de, biz yavaşladık, diyenler vardı. Bir diğer aslan: Yavaşladığımız doğrudur. Hatırlarsanız dün gece de av yakalayamadık yani iki gündür açız. Aç aslan hızlı koşamayacağına göre, avlanamaması normaldir.

Devamı derginiz Türkiye Çocuk’ta, abone olmak için tıklayın.

Kendini Beğenmiş Papağan

hikayeBir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde güzel bahçelerin birinde hür yaşayan hayvanlar varmış. Hayvanlar kendi aralarında çok mutluyken, aralarına evindeki kafesten kaçıp gelen rengârenk tüylü bir papağan gelmiş. Mavi, yeşil, kırmızı ve daha pek çok renkte tüyleri varmış. Papağanın kötü bir özelliği varmış. Bir dediği lafı on kez tekrar ettiğinden sürekli boş laflar ediyormuş. Bahçedeki hayvanlarda kendi bulduğu kusurları çekinmeden yüzlerine vuruyormuş. Papağanı pek sevmeseler de yine de acıyıp aralarına kabul etmişler. Hep bir
ağızdan:
– Hoş geldin renkli kuş! Sen buraların yolunu bilmezdin. Nasıl özgür oldun, kafesten mi kaçtın? Bizler serçe, kaplumbağa,kurbağa ve yılan ekibi olarak dört sevimli dostuz. Daha birçok arkadaşımızla bu güzel bahçelerde avlanır oynarız. Ya sen kimsin renkli kuş? Papağan hemen abartarak övünmeye başlamış, kendisinin buralarda pek tanınmayan bir tür olabileceğini düşünmüş. Hayvanlar onun papağan olduğunu bilmeseler de acemice uçuşundan
kafesinden kaçan süs kuşu olduğunu anlamışlar. Kendini beğenmiş papağan:
– Bana ‘Papağan’ derler. Bütün kuş türlerinden daha da güzelim. İnsanları çok iyi taklit ederim. Büyük büyük papağan dedem sarayda haber kuşuydu. Bugün etrafı gezintiye çıktım. Kafesten sıkıldım, aranıza geldim. Sanırım aranızda en güzel benim!

Devamı derginiz Türkiye Çocuk’ta, abone olmak için tıklayın.