Gerçek Adalet

İstanbul’un fethi tamamlanır ve Bizans’ın hapsettiği tüm hükümlüler salıverilir. Ancak iki keşiş (papaz) zindandan çıkmak istemezler. Huzuruna getirilen keşişlere Fatih sorar: “Niçin zindandan çıkmak istemiyorsunuz?”
Papazlar derler ki: “Biz İmparator Konstantin’e adil ve hakperest ol dediğimiz için zindana atıldık. Böyle bir haksızlık karşısında düşündük ki, bu dünyanın zindanı dışarısından daha iyidir. Onun için biz zindanda kalmaya razıyız.” Dünyaya küsen bu papazlara Fatih şöyle der: “Siz benim memleketimde İslam adaletinin nasıl uygulandığını biliyor musunuz? Bunu öğrenmek için ülkemi gezip görünüz. Mahkemelere uğrayınız. Eğer bir zulüm görürseniz isterseniz zindana girersiniz.”

Teklifi kabul eden keşişler, aldıkları bir izin belgesiyle Osmanlı ülkesini gezip dolaşmak üzere İstanbul’dan yola çıkıp Bursa’ya geliriler ve bir mahkemeye uğrarlar. Bir Müslüman, diğer bir Müslüman’dan bir tarla satın alır. Bilahare bu tarlayı sürmeye başlar. Bu arada kara sabanın ucuna sert bir cisim değer. Biraz daha derin kazıldığında oradan bir küp çıkar. İçi de ağzına kadar altınla doludur. Çiftçi hemen bulduğu bu bir küp dolusu altını, tarlanın eski sahibine getirir ve der ki: “Ben bu tarlanın altını değil üstünü senden satın aldım. Şayet sen bu tarlada altın olduğunu bilseydin bana satmazdın. Dolayısıyla bu altınlar benim değil senin hakkın.” Tarlanın eski sahibi ise: “Hayır. Ben bu tarlayı her şeyiyle sana sattım. Onların hepsi senin nasibin.” Der. Mesele mahkemeye intikal eder. Keşişler verilecek kararı merakla beklemektedirler. Sonuçta kadı, her iki Müslüman’ı bu asil davranışlarından dolayı takdir eder ve altınların iki Müslüman arasında paylaşılması kararını verir. Ardından da birinin kızını diğerinin oğluna nişanlayıp mutlu olmaları için dua eder ve onları kucaklaştırıp dostluklarını pekiştirir.

Hayretler içinde Konya’ya varırlar Konya’da yine bir mahkemeye uğrayan keşişler orada görülen davaları seyrederken özellikle birini dikkatle izlemeye koyulurlar. Bir Yahudi, Müslüman birisine at satmıştı. Satarken de çok iyi bir cins at olduğunu ve hiçbir kusurunun bulunmadığını söylemişti. Ancak Müslüman satın aldığı atı getirip ahırına bağladığı ilk akşam, onun hasta olduğunu anlar. Sabah olur olmaz mahkemenin yolunu tutan Müslüman, uzun zaman beklemesine rağmen Kadı’nın gelmemesi üzerine şikayetini yapamadan ayrılır. At da ikinci gece ahırda ölür. Ertesi gün Müslüman yine mahkemeye gelerek şikayetini yapmış ve atı satan Yahudi de mahkemeye çağrılmıştı. Kadı, kararını şöyle açıklar: “Müslüman davacı ilk şikayete geldiği zaman, eğer ben makamımda olsaydım Yahudi’nin sağlam diye sattığı atı geriye verdirir ve Müslüman’ın parasını iade ettirirdim. Madem ki şimdi atın Müslüman’ın elinde ölmesine, benim vazife başında bulunmayışım sebep olmuştur. Müslüman’ın ata verdiği parayı ben ödeyeceğim.” Der ve cebinden çıkarıp Müslüman’ın parasını nakit olarak öder.

Kadı’nın böylesine ulvi bir sorumluluk içerisinde karar vermesi papazları yine hayretler içinde bırakır. “Fatih’in memleketinde gördüğümüz bu olaylar, bize yeter de artar. Başka bir yere gitmeye gerek yok.” diyerek İstanbul’a dönerler. Fatih’in huzuruna çıkan papazlar, izlenimlerini yüce Hakan’a anlatırlar: Papazların bu itirafından sonra, Fatih: -“Öyleyse şimdi verin kararınızı.” der. Papazlar da: “Artık bu İslam adaletini gördükten sonra, Hıristiyan papazların da haksızlığa uğratılmayacağını anladık. Zindanda kalmamaya karar verdik.” derler. Dünyanın yüzyıllarca önünde saygıyla eğildiği, bu muhteşem Adalet sistemini uygulayan ecdadımıza sonsuz rahmetler olsun.