Hikaye/Masal

Kaplumbağanın İnadı

Bir varmış, bir yokmuş, Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Allah’ın yarattıkları buğday tanesinden çokmuş. Kimi kavak gibi uzun, kimi kabak gibi tombulmuş, Kimi yürürken tıs tıs eder, kimi kuş gibi uçarmış. Yeşil mi yeşil, güzel mi güzel bir orman içinde iki arkadaş kaplumbağa yaşarmış. Birinin adı Saka diğerininki ise Taka imiş. Saka ile Taka çok iyi arkadaşmış. Saka hareketli, yardımsever, çalışkan, dost canlısı bir kaplumbağaymış. Taka ise tembel, dünyayı umursamayan, herkesten uzak durmayı seven bir kaplumbağaymış. Tek arkadaşı Saka imiş. Saka ve Taka her akşam aynı ağacın altında buluşurlarmış. Saka her gün sabah uzun uzun yürür, yolda gördüğü hayvanlarla tanışır, arkadaş olurmuş. Taka’nınki ise her gün yaptığı tek şey bol bol yemek yemek ve uyumakmış.

Saka, Taka’ya devamlı olarak; – Haydi, Taka sen de biraz gez, hareket et, çok şişmanladın, dermiş.

Taka ise; – Biz kaplumbağalar zaten yavaş hayvanlarız; bizim hareketimizden ne olacak, diyerek yatarmış. Sürekli yemek yediğinden çok obur bir kaplumbağa olup çıkmış. Bulduğu her otu yiyormuş.

Saka ona; – Her otu yeme zehirlenirsin, dermiş ama o bildiğinden hiç şaşmaz, kimsenin sözüne kulak asmazmış.Bir gün Saka, Taka ’yı ormanda gezmeye ikna etmiş. Birkaç adım gidince Taka “Yoruldum!” diye şikâyet etmiş.Dinlenmek için bir yerde durmuşlar. Sürekli boğazını düşünen Taka , yiyecek bulmak için etrafa bakmaya başlamış. Daha önce görmediği kırmızı meyveli bir sarmaşık görmüş. Yemek için meyvelere doğru ilerlemiş.

Saka;- Hayır, Taka onları yememeliyiz. Ne olduğunu bilmiyoruz, zararlı olabilirler, demiş.

– Baksana kırmızı kırmızı meyveler. Ne kadar da güzel Görünüyor, gel sen de ye, demiş Taka.

Saka yememesi için çok yalvardıysa da Taka ’yı vazgeçirememiş.

Taka hem yiyor hem de Saka’yı – Gel gel, sen de ye çok lezzetli, diye çağırıyormuş.

Taka tıka basa yedikten sonra uyumaya gitmiş. Daha yeni uykuya dalmış ki dayanılmaz bir karın ağrısıyla uyanmış.Saka, arkadaşının yanına koşmuş; ama elinden gelen hiçbir şey yokmuş. Taka karın ağrısıyla kıvranıyormuş. Saka ne yapacağını şaşırmış. Aklına arkadaşı geyiği çağırmak gelmiş. Geyik hastalıklardan anlarmış. Koşa koşa geyiğin yanına gitmiş. Taka ’nın başına gelenleri ona anlatmış. Geyik şifalı otlardan bir ilaç hazırlamış. Taka ’ya bunu içirmiş. Taka o günden sonra bir daha asla bilmediği yiyecekleri yememiş. Saka ile birlikte her gün ormanda uzun yürüyüşler yapmış. Saka artık onun çok yemesine de engel oluyormuş. Taka şişmanlıktan kurtulmuş, sağlıklı bir kaplumbağa olmuş. İki arkadaş ormanda uzun yıllar yaşamışlar.

#Kaplumbağa, #İnat, #Masal, #TürkiyeÇocukDergisi, #TürkiyeÇocuk, #Çocuk, #Kaplumbağanınİnadı

 

Sevginin Açtığı Kapılar – Hikaye

Öğretmen, yetişkin sınıflardan birisine şöyle bir ödev verir:
– “Sevdiğiniz birine gidin ve ona kendisini sevdiğinizi söyleyin.”
Bir sonraki dersin başında ise öğrencilerden birisi söze şöyle başlar:
– Geçen hafta bize bu ödevi verdiğinizde size sinirlenmiştim. Bu sözleri söyleyebileceğim hiç kimsenin olmadığını düşünüyordum. Eve giderken bir anda yüreğimin sesine kulak verdim. İşte o zaman kime “Seni Seviyorum” diyeceğimi anladım.
Bundan beş yıl önce babamla aramızda bir tartışma geçmişti ve o günden bu yana bu sorunu çözememiştik. Önemli aile toplantılarının dışında birbirimizi görmemeye çalışıyorduk ve hemen hemen hiç konuşmuyorduk. Eve vardığımda babama kendisini çok sevdiğimi söylemeye hazırdım. Bu kararı almak bile üzerimden büyük bir yük kaldırmıştı. Babam başka bir şehirde yaşıyordu. Akşam evin kapısını çaldığımda kapıyı babamın açması için dua ettim. Çünkü kapıyı annem açarsa kendimi tutamayıp, ona kendisini sevdiğimi söylemekten korkuyordum. Fakat Allah yardım etti ve kapıyı babam açtı. Hiç zaman kaybetmeden eşikten adımımı attım ve :
– “Baba, buraya seni sevdiğimi söylemeye geldim” dedim. Babam sanki bir anda başka bir adam olmuştu. Yüzündeki ifade yumuşadı, kırışıklıklar yok oldu ve ağlamaya başladı. Kollarını açtı, beni kucakladı ve bana :
– “Ben de seni seviyorum oğlum, ama bunu hiçbir zaman dile getirmedim” dedi.
Fakat sizlere asıl anlatmak istediğim esas nokta bu değil. Babamı ziyaretimden iki gün sonra babam bir kalp krizi geçirdi ve hala hastanede. Şimdi yaşam savaşı veriyor. Şimdi sizlere şu mesajı vermek istiyorum:
– “Yapmanız gerektiğine inandığınız hiçbir şeyi ertelemeyin. Ya babama olan sevgimi ifade etmek için hala bekliyor olsaydım? Yapmanız gerekeni hemen yapın, hiç beklemeden…

Sevgili peygamberimiz “Birini seviyorsanız bu sevginizi ona bildiriniz” buyuruyor.

Bizler sizleri çok seviyoruz.

#SevgininAçtığıKapılar, #Hikaye, #Sevin, #Bildirin, #TürkiyeÇocukDergisi, #TürkiyeÇocuk

Hikaye – Aşçılıktan Vezirliğe

Aşçılıktan Vezirliğe 

Cennetmekân Fatih Sultan Mehmed Han, bir gün veziri Mahmut Paşa ile tebdili kıyafet geziyordu. Pazar yerinde bir yeniçeri aşçısının her tarafa azar savurduğunu işitti ve sebebini merak etti. Mahmut Paşayı, bunun sebebini anlaması için aşçının yanına gönderdi. Mahmut Paşa adama yaklaşarak herkesi azarlamasının sebebini sordu. Adam anlatmaya başladı: Sabahtan akşama kadar gezdim, dolaştım, bir okka et bulamadım ve yemek pişiremedim. Nasıl geri döneceğimi düşünerek hırsımdan, hiddetimden uluorta azar ediyorum. Ne yazık ki memleket işlerine bakan yok. Muhtesip kendi safasında. Bu yüzden her ne ararsan bulunmuyor. Bu işi bana verselerdi dünyayı gıda maddeleriyle doldururdum. Herkes de ne aradığını bulurdu. Fakat elden ne gelir?  Mahmut Paşa durumu Padişaha anlattı. Fatih Sultan Mehmed Han, de bu adamın adını kaydetti ve saraya dönünce onu görmek istediğini söyledi. Hemen yeniçeri aşçısını getirdiler ve huzura soktular. Padişah da onu muhtesipliğe (Belediye Başkanlığına) tayin ettiğini söyledi.  Adam hemen elini kolunu sıvayıp çalışmaya başladı. İşi çok iyi idare etti ve İstanbul’u kısa bir zaman içinde bolluğa kavuşturdu. Onun bu muvaffakiyeti, doğru, dürüst bir adam olması yüzündendi. Bunun neticesi olarak süratle ilerledi ve günün birinde vezir oldu. Sonunda Fatih Sultan Mehmed Han onu sadrazamlığa tayin etti. İşte… İşte, Gedik Ahmed Paşa adıyla meşhur olan tarihi şahsiyet odur.Demek ki yalnız şikayet etmeyi değil, şikayetin sebeplerini de ortadan kaldırmayı bilen bir zat imiş. Halbuki şikayet edenlerin çoğu yalnız şikayet etmeyi bilir, fakat işleri düzeltmek için çalışmazlar.

#AşçılıktanVezirliğe #Vezir #Aşçı #Hikaye #FatihSultanMehmet #Han #MahmutPaşa #TebdiliKıyafet #GedikAhmedPaşa #TürkiyeÇocuk #TürkiyeÇocukDergisi

ibretli Hikaye – Vermeyince Mabut

Sultan Mahmut Han, tebdili kıyafet yaparak bir kahveye girer.

Yaşlı çaycıya herkesin tıkandı baba diye hitap ettiğini görüp, bu lakabın nereden geldiğini sorar.

Çaycı anlatır:

Bir gece rüyamda çeşmemin daha iyi akması için çomak sokup açmaya çalıştım.

Çomak kırıldı, suyun akması iyice azaldı, uğraşırken temelli tıkandı, su hiç akmaz oldu.

Bunu komşulara anlatınca, adım tıkandı babaya çıktı.

Sultan Mahmut han, vezire, “Bir ay, her gün bu adama bir tepsi baklava getirin.

Her dilimin altına bir altın koyun” diye talimat verir. Ertesi gün baklava gelir.

Çaycı, “Baklavayı satayım da üç beş kuruş alayım” der.

Bir Yahudi baklavayı rayiç fiyattan daha aşağı alır.

Baklavayı yerken altınları görür. Yahudi bir şeyler anlamaya çalışır.

Ertesi günü çaycıyı görüp, “Sana baklava getiren olursa ben yine daha yüksek fiyattan alırım” der. Yahudi her gün fiyatı artırarak almaya devam eder.

Çaycı da, iyi para kazanıyorum diyerek baklavaya hiç dokunmadan satar.

Bir ay sonra, baklava getirme işi biter.

Sultan, çaycı epey zenginlemiş diye düşünür. Padişah kıyafetiyle, çaycının yanına gelir.

Çaycıda bir değişiklik olmadığını anlayınca, “Baklavaları ne yaptın?” diye sorar.

O da, hiç birini yemeden sattığını söyler.

Hazineden bir miktar altın vermek üzere, çaycıyı saraya davet eder.

Sonra, “Şu küreği al, altınlara daldır, kürekte ne kadar altın kalırsa hepsi senin olsun” der.

Çaycı heyecanlanır, daha çok altın almak için küreği daldırır. Aksine ters daldırdığı için küreğin üstünde bir altın kalır.

Sultan; “Demek nasibin bu kadarmış” der.

Daha başka imtihanlara tabi tutarlar. Hiç birinden netice alınmayınca, Sultan der ki:

Vermeyince Mabut, neylesin Sultan Mahmut!

#ibretliHikaye, #Mabut, #SultanMahmut, #hikaye, #TürkiyeÇocuk, #TürkiyeÇocukDergisi

Nuşirevan ve Kuşlar

nusirevan-ve-kuslar

Nuşirevan adaletiyle ünlü İran hükümdarından biridir. Fakat o da tahta geçtiği ilk yıllarda kendinden öncekiler gibi zevk ve sefaya düşkün biriymiş. Ülkesiyle fazla ilgilenmiyormuş. Üstelik dediğim dedik bir hükümdar olan Nuşirevan’a kimse ses çıkaramazmış. Ülke perişan durumda olsa da kimse bunu Nuşirevan’a çıtlatamıyormuş.
Rivayet ederler ki, bu hikaye Nuşirevan’daki değişimin hikayesidir. Bir gün beraberinde veziri ve yakın adamları ile ava çıkmıştı. Yaban hayatı Nuşirevan’ın hoşuna gitmişti. Kuşlar ötüyor, tavşanlar çalılıkların arkalarına kaçışıyordu. Atından inen Nuşirevan kuşların uzun uzun ötüşünü dinledi. Mest olmuştu. Vezirine sordu:
– Keşke kuşların ne söylediğini anlayabilseydik. Anlamadığımız halde dinlemekten bu denli haz aldığımıza göre kim bilir anlamları ne güzel sözler söylüyorlardır?
Vezir bu durumu anlatmak istediklerini uygun bir dille iletmek için bir fırsat olarak gördü:
– Sayın hükümdarım, aslında ben kuşların dilinden biraz anlarım. İsterseniz size onların ne söylediklerini çevirebilirim. Ama elçiye zeval olmamalı.
– Tamam, sen yeter ki çevir!
– Affınıza sığınarak kuşların ne söylediklerini anlatıyorum hükümdarım. Bu kuşların birisi, diğerinin kızını oğluna istiyor. Öbürü de “elbette kızımı sana veririm, yalnız başlık parası olarak bir virane isterim” diyor. Oğlanın babası ise bu halinden memnun vaziyette “ Hay hay ne demek bir virane, Nuşirevan hükümdar olduğu
müddetçe, ben sana bir değil on virane veririm. Zaten her yer harap. Yeter ki sen kızı oğluma ver ” diyor. İşte
padişahım kuşların konuştukları bundan ibarettir, dedi. Nuşirevan vezirinin ne anlatmak istediğini anlamıştı. Ona kızmak yerine teşekkür etti. Sarayına döndükten sonra devlet yöneticiliğindeki bakış açısını değiştirdi kendisini ülkesinin imarına adadı. Medeniyetin ve gelişmenin temeli adalet olduğundan ülkesinde adalete önem verdi. Yıllar geçtikçe Pers ülkesi başka milletlerin hayran kalacağı derecede ihtişamlı hale gelmişti. Nuşirevan’ın eserleri zamanla yok oldu ama tesis ettiği adalet sayesinde ismi hala saygıyla anılmaktadır.

Devamı derginiz Türkiye Çocuk’ta, abone olmak için tıklayın.

#NuşirevanveKuşlarHikayesi #ÇocuklarİçinNuşirevanveKuşlarHikayesi #ÇocuklarİçinHikayeler #TürkiyeÇocuk

Leopar ile köpek

Leopar-ile-kopek

Adamın biri Afrika’da safariye çıkarken, yanına minik köpeğini de alır. Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark eder. Ne yapacağını düşünürken bir de bakar ki karşıdan bir leopar gelmektedir ve belli ki günlük yiyeceğini aramaktadır. Köpekciğin eli ayağı buz kesilir…
“Şimdi başım büyük dertte” diye düşünür köpekcik . . .
Yukarı bakar. Ağaçlara tırmanması zor. Kaldı ki, tırmansa bile leopar da usta bir tırmanıcıdır. Etrafına bakar, yerde kemik parçalarını görür. Hemen arkasını leoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlar, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışır…
Leopar tam saldıracakken minik köpek, soğukkanlı bir şekilde kendi kendine konuşur:
– Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı?
Bunu duyan leopar bir anda donar kalır ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanır:
“Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım” diye düşünür leopar…
Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izlemektedir, bildiklerini kullanarak bundan sonra kendisini leopardan kurtaracağını düşünür. Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatır. Leopar köpeğin yaptıklarına çok sinirlenir ve maymuna, “atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım” der hışımla. Az önceki yerde bekleyen minik köpek, bakar ki kızgın leopar sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaşmaktadır… Ne yapacağını düşünürken, kaçmaya da kalkmaz. Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye devam eder. Tam leopar saldıracakken, yine kendi kendine konuşarak
leopara duyurur:

“Şu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok ! “ Yapabiliyorsan; hızlı düşün, sakin ol, güçlü görün, düşmanını kendi silahı ile yen… Günümüzde ise bu hikayede geçenlere “diplomasi” diyorlar.

Devamı derginiz Türkiye Çocuk’ta, abone olmak için tıklayın.

 

#LeoparileKöpek #ÇocuklarİçinHikayeler #ÇocuklarİçinLeoparileKöpekHikayesi #TürkiyeÇocuk #TürkiyeÇocukDergisi

Cömertlik Sultanı

 

Zamanın Yemen hükümdarı, oldukça cömert biridir. İhsanları her yere yayılmasına rağmen, Hatimi Tai’nin cömertliğinden bahsedilmesine tahammül edemez. Sarayında herkese büyük bir ziyafet verir. Zengin fakir herkes yer. Halkın, (Hükümdarın ziyafeti ne kadar muhteşem oldu, neredeyse Hatime yaklaştı) dediğini duyunca, Hatim sağ kaldıkça, cömertlikte birinci olmasına imkan olmadığını anlar, onu öldürtmeye karar verir. Çok güçlü bir genç bulup eline bin altın verir. İşi bitirince de, bin altın daha vereceğini söyler.
Genç, sora sora Tay kabilesine kadar gelir. Güler yüzlü, kendisi gibi yiğit bir gençle karşılaşır. Bu sevimli genç:
– Hoş geldin yiğidim. Çok yorgun olduğun anlaşılıyor. Buyur bu gece misafirim ol!” diyerek evine götürür. Gece, misafirine çok ikram ve ihsanda bulunur. Sabah olunca, misafir gitmek isteyince, birkaç gün daha kalmasını ısrar eder. Misafir der ki:
– Çok önemli bir işim var. Bir an önce gitmem gerekir.
İyilik ve hizmet etmekten zevk duyduğu anlaşılan ev sahibi der ki:
– İşin nedir, sana acaba bir yardımım dokunabilir mi?
– Ey asil kişi, sen çok cömertsin, iyilik seversin, senden sır çıkmayacağı belli. Hatim isimli birini arıyorum. Acaba tanıyor musun?
– Hatim ile ne işin var?
Misafir, niçin geldiğini anlatıp der ki:
– Bu işte bana yardımcı olman mümkün mü?
– Elbette mümkündür. Yalnız bu iş pek kolay olmaz. Dediklerime uyarsan
tereyağından kıl çekmiş gibi zahmetsiz olur.
– Ne yapmam gerekir?
– Hatim de senin gibi yiğit biridir. Belki öldüremezsin. Ben sana onun yerini tarif edeyim. Ancak öldüremez de iş meydana çıkarsa, yerini söylediğim için beni öldürebilir. Bu bakımdan benim ellerimi, ayaklarımı bağla. Zorla söylettiğin anlaşılsın. Misafir, ev sahibinin elini, kolunu, ayaklarını iyice bağladıktan sonra sorar:
– Hatim nerede?
– Hatim denilen kimse benim. Madem benim başım senin işine yarayacak, ne diye onu vermeyeyim? Misafirin arzusunu yerine getirmek, gönlünü etmek benim en büyük arzumdur. Hemen öldür, kimse duymadan buradan git! Genç, neye uğradığını şaşırır. Hemen Hatimin ayaklarına kapanıp der ki:
– Sana gül yaprağı ile dahi vuran kalleştir. N’olur beni bağışla!.. Genç, helalleşip oradan ayrılıp hükümdarın huzuruna çıkar. Olanları anlatır. Hükümdar da, iyiliksever, cömert olduğu için hatasını anlayıp (Taşıma su ile değirmen dönmez. Cömertlik mal ile değilmiş. Hatimin cömertliği yaratılışından, fıtratından, güzel huyundan ileri geliyormuş. Sen verilen görevi fazlasıyla yerine getirdin) diyerek söz verdiği altınları hediye eder.

#CömertlikSultanı #ÇocuklarİçinHikayeler #Hikaye #TürkiyeÇocuk #TürkiyeÇocukDergisi

Yiğit Töresi

Boşa gider onca emek,

Haramdır yoruldum demek;

Hak yolunda tökezlemek

Ve yıkılıp düşmek yasak!

 

Zorluğa göğüs germeli,

Zalimlere ders vermeli,

Başın göklere ermeli,

Lâkin haddi aşmak yasak!

 

Kapılarak kin ve hırsa,

Bin bir tuzak kurulursa,

Dost hançeri vurulursa,

Hayret edip şaşmak yasak!

 

Kıvamında yan çabanın,

Sabır olmalı çobanın,

Gidip de yadın, yabanın

Ateşinde pişmek yasak!

 

Sen bereket, sen başaksın,

Huyda gül, soyda topraksın,

Suyun vakûr, engin aksın,

Seller gibi taşmak yasak!

 

Titrese de yer küresi,

Bilinmez yurdu yöresi,

Böyledir yiğit töresi,

Şan peşinde koşmak yasak!

Bestami Yazgan

#YiğitTöresi #şiir #BestamiYazgan #türkiyeçocuk

Laleli Baba ile Sultan

İstanbul’un Laleli semtini bilirsiniz. Laleli’de yine bu isimle anılan tarihi bir cami vardır. Bu semt ve cami hakkında ilginç bir hikaye anlatılır.

Rivayet odur ki, Laleli Camii’ni Sultan III. Mustafa yaptırır. Sultan Mustafa bu camii yaptırırken; bu semtte Laleli Baba namında bir din büyüğünün yaşadığını, gerçek bir mürşid olduğunu, hikmetli sözler söylediğini öğrenir. Padişah bu zatla görüşmek, söz ve sohbetinden yararlanmak ister. Cami inşaatını denetlemeye geldiği bir gün, adamlarına Laleli Baba ile görüşmek istediğini bildirip davet ettirir. Padişahın buyruğu hemen Laleli Baba’ya ulaştırılır. O da hemen davete icabet eder.

Uzun uzun sohbet ederler. Padişah, Laleli Baba’nın sohbetinden çok memnun kalır. İçinde bu zatla sık sık görüşme arzusu uyanır. Laleli’den ayrılacağı sırada, Laleli Baba’ya son bir soru sorar:

– Efendi Hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir acaba?

Laleli Baba ilginç bir  cevap  verir:

– Bu dünyada en güzel şey, yiyip içtikten sonra sıkıntısız bir şekilde def-i hacetini (büyük hace­tini) yapabilmektir.

Hükümdar bu cevabı pek beğenmez. Laleli Baba gibi hikmetli sözleriyle herke­si etkileyen bir zata da bu cevabı pek yakıştıramaz. Hatta biraz da kaba bulur kendince.

Padişah veda ederek maiyetiyle birlikte saraya döner. Fakat bu ziyaretin ertesi günü şiddetli bir kabızlığa yakalanır. Bir türlü büyük hace­tini yapamaz. Sarayın bütün ilgilileri ve hekimbaşı seferber olurlar. Bilinen bütün tüm ilaç ve yöntemleri uygularlar lakin fayda etmez. Padişah kıvranır sıkıntıdan… Maiyetten birinin aklına Laleli Baba gelir. O belki bu derde bir çare bulabilir? Zaten başka denenmedik bir yol da kalmamıştır.

Padişaha danışılıp görüşü alındıktan sonra padişahın adamları hemen Laleli Baba’ya gidip saraya buyur ederler. Padişah gerçekten büyük acılarla kıvranmaktadır.

– Laleli Baba söyle sende var mıdır bu derdin bir çaresi? Aman himmet et.

Laleli Baba:

– Ben sizi bu dertten kurtarırım kurtarmasına ama o kadar kolay değil. Karşılık olarak ne verirsiniz?

Padişah:

– Laleli’ye yaptırdığım o camii sana hediye edeyim.

“Yetmez” der Laleli Baba. Hanlar, hamamlar… Hatta Sultan Mustafa, Laleli’yi tamamıyla ona vermeyi bile teklif eder. Laleli Baba bir türlü “Tamam”, “Yeterli” demez. En sonunda ağzındaki baklayı çıkarır:

– Ben sizi bu dertten kurtarmasına kurtarırım ama karşılığında saltanatı (padişahlığı) isterim.

Padişah şaşırır, ancak sıkıntısı büyüktür. Sultanlığı görecek halde değildir. “Tamam” der. “Varsın saltanat senin olsun.” Laleli Baba bir dua yapar, padişahın sırtını sıvazlar. “Haydi git, kurtulacak­sın!” buyurur. Gerçekten kısa sürede padişah sıkıntısından kurtulur. Kurtulur ama saltanat da elden gitmiştir. Şifa bulmanın sevincini, saltanatın elden çıkmasının üzüntüsü gölgeler. Laleli Baba, padişahın üzgün haline anlamlı anlamlı bakıp der ki:

– Bir saltanat ki bir def-i hacete değişiliyor… Öylesine ucuz bir saltanat bize gerek değil. Al yine senin olsun!…

#LaleliBabaileSultan #LaleliBaba #Sultan #hikaye #masal #türkiyeçocuk

İstanbul’da Evliya Var Mı?

Bir gün Padişah, vezire sorar;
– Vezir İstanbul’da evliya var mı?
– Aman padişahım, İstanbul evliya yatağı olarak bilinir, evliya olmaz mı hiç!
– Öyleyse bir kaç tanesini ziyaret edelim.
– Sultanım, arzu ederseniz tebdil- i kıyafet ile şehri dolaşalım.
Vezir ve padişah köylü kıyafetine girip, yola çıkarlar. Önce Mısır çarşısına girerler. Orada bir kumaşçı dükkanına girip selam verirler. Dükkan sahibi büyük bir edeple selamı alır ve müşterilerine iltifatta bulunarak;
– Hoş geldiniz, safa geldiniz, maşallah Allah’ın ne güzel kulları var, buyurun efendim der. Vezir, biraz kumaş lazım
olduğunu ve kumaş almaya geldiklerini söyler. Kumaşçı, hangisinden alacaklarını sorar.
Vezir;
– Şu topu, şu topu, şu topu indir. Diyerek topların yarısından fazlasını indirir.
Sonra da:
– Şundan yarım metre, şundan bir metre, şundan iki metre kes. Diyerek indirttiği bütün toplardan kestirir.
Kumaşçı:
– Allah’ın ne güzel kulları var, ya Rabbi! Sana şükür diyerek kestiği kumaşları paket yapar, ücretlerini hesap edip miktarı yazılı olan kağıdı vezire uzatır. Bu sefer vezir;
– Kusura bakmayın biz bunları almaktan vazgeçtik, çünkü kumaşları beğenmedik der.
Kumaşçı büyük bir teslimiyetle;
– Hay hay olur efendim, Allah’ın ne güzel kulları var, fark etmez efendim, güle güle! diyerek müşterilerini uğurlar.
Paketlenmiş kumaşlarını bir tarafa koyar. Padişah ve vezir bu sefer Beyazıt meydanına çıkarlar.
Orada elinde sopasıyla; – Karpuz, karpuz! Diye bağırarak karpuz satan celalli birisini görürler.
Vezir; Padişahım, şimdi bu zattan karpuz alacağız ama hemen almayın. Karpuzları bastırın, birini alıp diğerini koyun, kolay, kolay karpuz beğenemeyen bir kimse gibi uzun zaman onu meşgul edin. Der. Padişah denildiği gibi; Birini alır birini bırakır, öbürünü sıkar, diğerinin kabuğuna el vurarak olup olmadığını kontrol eder ama bir türlü karpuz alamaz. Karpuzcu ise göz ucuyla müşterisini takip etmektedir. Bakar ki ellemediği ve sıkmadığı karpuz kalmadı, müşteriye elindeki sopasını göstererek:
– Bana bak alacaksan bir tane al, git. Karpuzları yaralayıp durma! Beni de kumaşçı gibi zannetme! Padişah olduğuna da güvenme. Şu sopa ile kafanı kırarım! der.
Padişah:
– Sus sus, bizi deşifre etme! Alelacele bir karpuz alıp parasını ödeyerek hızlıca oradan ayrılır.
Vezir;
– Şimdi de Süleymaniye’ye gidelim, orada daha size nice Allah dostlarını göstereceğim der.
Padişah; – Vezir bu kadar yeter! Karpuzcusu, kumaşçısı evliya olan yerde daha neler vardır kim bilir, yeter! Şimdi gidip kumaşçının paralarını verelim, adamcağız zarar etmesin der. Tekrar kumaşçıya gidip selam verirler. Kumaşçı yine aynı teslimiyet ve vakar içinde selamlarını alır;
– Buyurunuz efendim, Allah’ın ne güzel kulları var, buyrun efendim! der.
Vezir;
– Biz yeniden karar verdik kestirdiğimiz kumaşları alacağız deyip parasını verip kumaşçı ile vedalaşırlar. Dükkandan
çıkarken kumaşçı ellerini kaldırıp;
– Ya Rabbi! Sana hamdolsun. Bugün iki defa dükkanıma padişahı gönderdin. diye Allah’a şükreder. Padişah bu hal
karşısında şaşırır, vezire;
– Vezir, anladım bu iki zatın ikisi de evliyadır ama acaba hangisi üstün? diye sorar. Akıllı vezir şöyle cevap verir;
– Padişahım, ben hangisinin üstün olduğunu bilemem; amma herhalde laftan anlayanlara kumaşçı gibisi, laftan anlamayanlara da karpuzcu gibi birisi lazım.

#Evliya #hikaye #masal #türkiyeçocuk